11 Haziran 2019 Salı

ÖN YARGI HASTALIĞI


Adem oğlunu hayatı boyunca düştüğü  hastalıklar vardır bedenen hastalıklardan bahsetmiyorum tabi.  Önyargı hastalığı, kıskanma hastalığı biz burda bugün sadece önyargı hastlalığın bahsedeceğiz.
Önyargı insanı insandan uzaklaştırdığı gibi nefrete sürekler. Sadece iki dost arasında değil yıllarca evli olan insanların arasına gire bu hastalık eğer erkenden teşhis konulmazsa bunun sonucu ölüm olur tıp dilinde öyle ama gerçek hayatta ise ayrılık ön yargı hastalığı insanoğlu yaratılışından beri devam vardır ve ilk ateşten yaratılan ibliste başlamış sonra habil ile kabil kıssasında devam eder. İblis yaratıcı karşısında asi olarak ilan edilerek huzurdan kovulmuştur habil ve kabilde ise kardeş katli olmuştur. Ve ardında devamı gelmiştir. Yaw sevgili yazarcığım nedir bu önyargı.
El cevap: bir kimseyle ya da şeyle ilgili olarak, belirli bir olaya, duruma ya da görmeye dayanan, önceden edinilmiş olumlu ya da olumsuz yargı, 
bireyde öteki bireylere, toplumsal kümelere karşı sevgi ya da düşmanlık duygusu uyanmasına yol açan, koşullanmış bir duygusal tutumu yansıtan sığ inanç.
Bir iki tecrübeden hemen genel geçer bir hüküm çıkartılır. Bir elma yersiniz ekşi, sulu, kokulu ve tatlı gibi birçok izlenime sahip olusunuz. Fakat her elma aynı değildir. Birçok insan birbirine elma muamelesi yapar ve sonunda yargılar oluşmadan önyargılar oluşur.
 Allport “erken yargılar yeni bilgilerle yüzleşince değişmiyorsa önyargıya dönüşmüş demektir” der.

gelin bunu hikaye ile örneklendirelim ne dersin sevgili okuyucu.
Bir köyde yaşlı bir adam varmış, ve bu adam çok fakirmiş, ama bu adamın çok güzel beyaz atı varmış, bu at yüzünden krallar bile bu adamı kıskanırmış. Böyle dillere destan bir at daha önce hiç görülmemiş. Güzellik, ihtişam ve güç hepsi o atta bulunuyormuş. Kral atı bu adamdan satın almak istemiş ve muhteşem bir fiyat teklif etmiş, ancak yaşlı adam "Bu at benim için at değil, o bir insandır ve bir insanı nasıl satabilirim? O benim arkadaşım, ve o bir mülk değil, İnsan nasıl bir arkadaşını satabilir? Hayır, mümkün değil." demiş. Adam gerçekten fakirmiş, aklına gelen her türlü günaha varırmış, ama atı asla satmamış.
Bir sabah adam uyanmış ve birdenbire atın ahırda olmadığını fark etmiş. Bütün köy toplanmış ve adama "Seni ihtiyar bunak, biz önceden, bir gün atın çalınacağını biliyorduk. Bu atı sana bırakırlar mı? Bunun yanı sıra çok fakir durumdasın, Satmanın daha iyi olacağı atı neden elinde saklarsın ki? Şimdi ne paran var ne de atın Kraldan bu at için harika bir ücret alabilirdin, Bu senin için bir lanet, bir talihsizlik. " demişler.
Yaşlı adam "Karar vermek için acele etmeyin. sadece at ahırda değil ve kayıp demelisiniz, çünkü gerçek bu. Diğer her şey sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez. Nasıl bu durumu yargılarsınız?" demiş. 
Köylüler "Bizi aşağılamaya çalışma be adam, harika birer filozof olmayabiliriz, ancak bunun için felsefeye gerek yok, bir hazinenin kaybolduğu basit bir gerçek ve bu gerçekten bir talihsizlik" demişler. 
Yaşlı adam  "Yargılamanız boş ve ben sadece atın gittiğini gözlemledim, bir talihsizlik  veya isterse bir nimet olsun bildiğim başka bir şey yok. Çünkü bunlar sadece bu olayın bir parçası. Kim bilir ne olduğunu?  Onu takip edecek misiniz? " demiş.
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.  Yaşlı adamın delirdiğini düşünüyorlarmış. Her zaman yaşlı adamın biraz deli olduğunu düşünüyorlarmış; Aksi halde, bu atı satacağını ve servette yaşayacağını düşünüyorlarmış. Ama yaşlı adam ormancı gibi ağzına kadar sefalet ve yoksulluk içinde yaşıyormuş ve hala tahta kesip ormandan orman getirip satıyormuş bunun yanı  sıra ve çok yaşlıymış. Köylüler bu olaydan sora bu adamın deli olduğuna tamamen emin olmuşlar.
Olaydan 15 gün sonra aniden bir gece at geri dönmüş. At çalınmamıştı ve kendi kendine vahşi doğaya kaçmıştı. Ve tek başına değil, onunla bir düzine vahşi atla beraber geri dönmüştü. 
Köylüler yine toplanmış ve "Yaşlı adam, sen haklıydın ve biz yanılmışız, bir talihsizlik değil, bir nimet olduğunu bize kanıtladın. Düşüncemizde ısrar ettiğimiz için özür dileriz." demişler.
Yaşlı adam " Karar vermek için yine acele ediyorsunuz, sadece atın geri döndüğünü ve beraberinde on iki vahşi atla birlikte geldiğini söyleyin. Yargılamayın. Bunun nimet olup olmadığını kim bilebilir?  Bu sadece olayın bir parçası .Bütün öyküyü bilmiyorsanız, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir kitabın bir sayfasını okudunuz, kitabın tamamını nasıl yargılayabilirsiniz? Bir sayfadaki bir cümleyi okudunuz - bütün sayfayı nasıl yargılayabilirsiniz? Cümlede tek bir kelime - tüm cümleyi nasıl yargılarsınız? Ve tek bir sözcük el altında değil - hayat çok geniş - bir kelimenin bir parçası ve siz bütünü yargılıyorsunuz! Kimse ne olduğunu bilmiyor ve benim kararımda olmadığım için mutluyum, beni rahatsız etmeyin lütfen. "
Bu sefer köylüler yaşlı adamla dalga geçmemişler. Belki de yaşlı adam haklı diye düşünmüşler. Böylece sessiz kalmışlar ama içlerinden bu adamın akli dengesi yerinde değil diye alay etmişler. Yaşlı adamın ati ile birlikte 12 tane daha muhteşem at geldi. Küçük bir eğitim ile hepsi satılabilir ve çok para getirebilirdi bu atlar.
Yaşlı adamın yalnızca bir oğlu varmış. Genç oğlu vahşi atları eğitmeye başlamış; Sadece bir hafta sonra vahşi bir atın üstünden düşmüş ve oğlunun bacakları kırılmış. Köylüler tekrar toplanmış. İnsan her yerde bizim gibi insandır ve Köylüler bu olayı yine yargılamışlar "Haklıydın, yine haklıydın, nimet değildi, yine bir talihsizlikti. Tek oğlun bacaklarını kaybetti ve Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa şimdi sana bakacak başka kimsen de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.” demişler.
İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin, oğlumun bacağını kırıldı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez. Hayat parçalara ayrılıyor fakat yargı toplamla ilgili.”
Birkaç hafta sonra ülke komşu bir ülke ile savaşa girmiş ve kasabadaki tüm gençler ordu için zorla alınmış. Sadece Yaşlı adamın oğlu sakat olduğundan evde kalmış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla geri dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.” demişler.
“Siz erken karar vermeye devam edin”  demiş, ihtiyar devam etmiş "oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Tanrı bilir.” demiş.

Evet sevgili okur buna bir hikaye daha ekleyerek kapatalım.
Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış. Çocuklarına acele ve erken karar vermemelerini ve önyargılı olmamalarını öğretmek için onları eğitmek istemiş. Her birini sırayla uzak bir yerde bulunan ağacın yanına gidip ona bakmak için göndermiş. İlk oğlan kışın gitmiş, ikincisi İlkbaharda, üçüncüsü yazın, sonuncusu sonbaharda gitmiş. Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş. İlk oğlan ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkinci oğlan, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” demiş. Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim” demiş. Sonuncu oğlan, hepsinin de haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu bildirmiş.

Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söylemiş, çünkü hepsi farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gitmişlermiş. Onlara; “bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını ve neye sahip olup olmadıklarını güzelce anlatmış.”

Sizlerde hayatı ve insanları bir mevsime bakarak yargılamayın. İlk defa gördüğünüz bir insanın ya da karşılaştığımız biri durum hakkında söz söylemekte acele etmeyin. İyi bir gözlemci olun. Hayatı analiz ederken etiketlemeden yolunuza devam edin. İnsanların ırkına, cinsiyetine, tuttuğu takıma, parmağındaki yüzüğün türüne yada bıyığının kesimine bakarak değerlendirmeyin. Empati yapın. Başkalarının açtığı önyargı yolundan gitmek zorunda olmadığınızı bilin. Atoma bile hükmetmekten bahseden insan, ön yargılarına neden hükmedemesin ki?
Kalın sağlıcakla
not: noktalama işaretlerinde ve yazım yanlışlarında hata olabilir onlara takılıp kalmayın siz asıl manaya bakın kalın sağlıcakla sevgili okur.
İsmail GENÇ

24 Ağustos 2016 Çarşamba

TARİH BİRKEZ DAHA TEKERRÜR EDİYOR

Tarih  boyunca  sürekli bir devlet yıkılırken bir devlet kuruluyor'du. Ne zaman insanlık onurunu kaybedince ortaya hep bir kurtarıcı devlet ortaya çıkarıyordu ALLAH (cc)  Hz Peygamberden   bu Yana hep böyle oldu Efendimiz (sav) gitti yerine 4 Halife geldi  Abbasiler, Selçuklular derken Osmanlı bu şanlı sancağı aldı lakin Osmanlı'dan sonra  bu sancak  yetim kaldı. Alan olmadı Türkiye nin başına geçen liderler ya korktu yada islamdan  uzaklaştı veya şehit edildiler. Evet bugün bu şanlı sancak bir kez daha dalgalanmaya başladı  kim tarafından Osmanlı'nın varisi olan Ülkemiz Türkiye  tarafından  mazlumlarla  beraber ordumuz süriye'ye girdi. Bir kez daha  sancak sahipsiz olmadığını gösterdi. Yüce Yaradanın Adaleti her zaman ki gibi tecelli etti  ve Ümmet bir kez daha ümitlendi.ALLAH yar ve yardımcımız olsun.Yolumuz uzun ve çetindir  yolun sonuna kadar sabredip mücadele edenler  kazanacak yolda kalan ve kaçanlarda  kaybedip Tarihten silineceklerdir.

22 Ağustos 2016 Pazartesi

HAL ÖYLE İKEN NEREYE GİDİYORUZ?

Bu günlerde hep  hüzün ve musibet dolanıyor ülkemizde. Günler geçmiyor ki yeni bir üzüntüyle uyanıyor mümin insan, yeni bir  musibetle karşılaşıyor. Peki  hiç düşündükmü; bu  musibetler bu hüzünler neden geliyor?
Aslında Rabbimiz bize kuranı keimde cevap veriyor.  Al-i imran süresinin  165. Ayetinde mealen  Bedirde  düşmanı iki katına  uğradığınız bir musibet (uhud’da) size çarpıncamı ‘bu nereden dediniz? Deki;’’bu başınıza gelen kendinizdendir.’’ Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. Bir başka ayette ise mealen başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar(ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunuda affeder.(şura.30). Evet demek musibetler bizim yüzümüzden geliyor. Nasıl yani  dediğinizi duyar gibiyim. Gelin  beraber bir göz atalım ve tefekkür edelim.  Başlamadan önce başımdan geçen bir anımdan size bahsetmek istiyorum. 21 ağustos 2016 da  iş nedeniyle adanaya seyehat ettim. İşimi bitirdikten sonra adana merkez camisinde ikindi namazımı eda etmeye gittim namazı kıldıktan sonra çıkar ken ufak bir gözlem yaptım  camide yaklaşık olarak 30 kişi bulunuyordu. Birkaç kişi namaz kılarken diğerleri ellerinde kamera ile etrafı çekiyor veya birbirlerinin fotoğrafını çekiyordu. O esnada  konuşmalara kulak misafiri oldum. Orda’ki insanlar;  ne güzel bir camii, aaa çok büyük, ihtişamına bakarmısınız gibi konuşmalar sanki orası ibadethane değilde müze gibi davranıyorlar. Bakın bu konuşmalar o günün bir önceki gecesinde Gaziantepte hain terör örgütü tarafından  bir patlama gerçekleşmişti. Evet şimdi birkez daha düşünelim neden başımıza bu hüzün ve musibet geliyor. Düşünelim ki nerde hata yaptığımızı idrak edelim.
Şimdi sıralayalım hatalarımızı;  bizler Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’i yapmaz olduk  aman banane ne halt yerse yesi, dünyayı ben mi kurtaracam, aman bir kereden bir şey olmaz gibi kusurlarımızdan dolayı.
Kurana ve Sünnete gereken kıymeti vermediğimizden ve onlardan uzaklaştığımız olayı başımıza bunlar geliyor.
Zina arttığından dolayı; aman ben yaşamadım kızım yaşasın aman ben yaşamadım erkek çocuğum yaşasın, aman ne olacak ki genç bunlar daha gibi kusurlar yüzünden başımıza musibet geliyor.

Bunlardan en  önemlisi ise haya duygumuzu kaybettiğimizden dolayı; Antepte insanımız, gazzede kardeşimiz, suriye'de kardeşimiz ölürken bizler eğlenir olduk ve bundan da utanmaz olduk bunlardan dolayı başımıza musibet yağıyor. Tekrar oturup tefekkür yapalım acaba ben nerde hata yapıyorum ve ümmet olarak acaba biz nerde hata yapıyoruz  ve ardından bu soruyu soralım فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ hal öyle iken nereye gidiyorsunuz?

1 Mayıs 2016 Pazar

ŞİİR İLE GEÇMİŞ VE GELECEK

Şiir insanoğluna  verilen  en güzel nimetledendir şüphesiz. Tabi meşru bir şekillde kullanılırsa.
Şiirsiz  bir geçmişin gelecekten söz etmemiz olanaksızdır. Bu sözümü eleştirebilirsiz eleştiriye her daim açığımdır.
  Geçmişte medreselerde ,okullarda  ilim ve ahlakın yanında şiir adabını'da öğretilirdi.
Alimlerimiz şiir dilini pek güzel bir şekilde kullanmışlardır. İbradim Hakkı Hz,  Alvarlı İmam Hz, şeyh Sadi Şirazi gibi büyüklerimizi örenek verebiliriz tabi sayamadığımız bir çok büyüğümüz  şiirlerle haşir neşir olmuşlardır. Bunların yanıda Osmanlı Patişahları, , islam devletlerin liderleri şiirle uğraşıp şiirin dilini öğrenmiş ve öğretmişlerdir.
  Ağabeyim  Edebiyatçı recep garip beyefendinin dediği gibi Şiir, insana insan olmanın yollarını öğrettiği gibi, insanca yaşamanın, davranmanın, estetik durmanın, bakmanın yollarını da öğretir. ağabeyimin dediği gibi eğer insan şiiri anlayıp etrafına baksa; o zaman insandaki aşk ve iman cevherini görür. şiir savaşı durdurma gücü vardır ve savaşı çıkarma gücü'de. Senin onu nasıl kullanırsan öyle gelişir.
 geçmişte ceddimiz şiiri;  barışın dili, aşkın eseri, islam'ın  silahı, ahlakın bülbülü olarak kullanmıştır.

   Peki ya günümüzde şiiri nasıl kullanıyoruz? Onu doğru idrak edebiliyor muyuz?

Ne yazık'ki üzülerek söylüyorum  hayır.
Yok mu doğru kullanan? Var ama az.
Benim gördüğüm biz şiire;  gayri meşru bir muhabbet ile bakıyoruz. şiiri basitleştiriyoruz hatta yok  etmek için çabalayan insanlar var. Bir medeniyeti yok edip şaçma sapan söz dahi diyemeyeceğim bir çöplük inşa etmeye çalışılıyor. şiiri bir ticarethaneye çevrildi.
 peki Şiiri böyle olan bir milletin gelecekteki şiiri nasıl olur?
Şiir medeniyettir, şiir insana insanlığa yakınlaştıran bir nimettir, Şiir barıştır, ahlaktır.
Değerli kardeşim Şiirine sahip çık. Şiirine sahip çık'ki Geleceğin aydınlık olsun  geçmişteki aydınlık gibi.

18 Mart 2016 Cuma

BU HALİMİZ NE OLACAK?



Ülkemizde son  zamanlarda yaşanan olaylardan dolayı baya bir sarsını yaşadık. Doğuda çıkan terör saldırıları,  ard arda patlayan bombalar, şehit haberleri ve daha birçok üzüldütülü haberler duyuyoruz görüyoruz. Evet üzgünüz ve üzülüyoruz  değil mi. Sanırım buna alıştık ve pek üzülmüyoruz artık hatta artık bu tarz olayları takmamaya başladık.
Bana kızmayın öyle.
Neden mi;  size sıralayım tek  tek.
Mesela şehit haberleri gelmelerine  ve bombalar ülkemizde patlamasına rağmen  ve onlarca  insanımızı katledilmesine rağmen. Hayatımızdaki eğlenceye devam ediyoruz. Ve bu olaylar çıkınca bakın ülkemizde nasıl bir tepki gösteriyoruz.
 Siyasiler çıkıp sadece kınıyoruzla yetindiler.
Daha Ankarada yeni ve gününde patlayan bomba patlarken gününde survirvor  yayınlanıp  izlenme rekorları kırıyordu. Dizilerde Hiç aralık verilmeden yayınlara devam ediliyor ve sanki hiç birşey olmamış gibi zevke ve eğlencelere  devam edildi.
Fe eyne tezhebun (bu gidiş nereye ) sizce tepkimiz böyle mi tepki gösterecektik. Buna mı alışmamız lazımdı?
Çanakkale de kazanılan savaşı  Medya yoluyla mı? Kaybedecez. Tamamen medya bizi işgal etmiş durumda. Millet olarak bu durumdan  kurtulmamiz lazım. Bu böyle devam ederse korkarım ki   felakete doğru  yol alıyoruz.
Bu gidişe bir dur dememiz gerekiyor.
Vesselam
...

BU HALİMİZ NE OLACAK?



Ülkemizde son  zamanlarda yaşanan olaylardan dolayı baya bir sarsını yaşadık. Doğuda çıkan terör saldırıları,  ard arda patlayan bombalar, şehit haberleri ve daha birçok üzüldüm ü haberler duyuyoruz görüyoruz. Evet üzgünüz ve üzülüyoruz  değil mi. Sanırım buna alıştık ve pek üzülmüyoruz artık hatta artık bu tarz olayları takmamaya başladık.
Bana kızmayın öyle.
Neden mi;  size sıralayım tek  tek.
Mesela şehit haberleri gelmelerine  ve bombalar ülkemizde patlamasına rağmen  ve onlarca  insanımızı katledilmesine rağmen. Hayatımızdaki eğlenceye devam ediyoruz. Ve bu olaylar çıkınca bakın ülkemizde nasıl tepki koyuyoruz.
 Siyasiler çıkıp sadece kınıyoruz la yetindiler.
Daha Ankarada yeni ve gününde patlayan bomba patlarken gününde survirvor  yayınlanıp  izlenme rekorları kırıyordu. Dizilerde Hiç aralık verilmeden yayınlara devam ediliyor ve sanki hiç birşey olmamış gibi zevke ve eğlencelere  devam edildi.
Fe eyne tezhebun (bu gidiş nereye ) sizce tepkimiz böyle mi olmalıydı. Buna mı alışmamız lazım?
Çanakkale de kazanılan savaşı  Medya yoluyla mı? Kaybedecez. Tamamen medya bizi işgal etmiş durumda. Millet olarak bu durumdan  kurtulmamiz lazım. Bu böyle devam ederse korkarım ki   felakete doğru  yol alıyoruz.
Bu gidişe bir dur dememiz gerekiyor.
Vesselam
...

22 Şubat 2016 Pazartesi

HAYATINIZDAN SIKILDINIZ MI?

 Hayatınızda Bir sorun mu  var ?  Yada Hayattan Sıkıldınız mı?
Hayatınıza Renk Katacak Bir Kaç Öneride Bulunalım O Halde.


  • hayatınızı yenileyin
  • çevrenizi yenileyin  ve yeni ortamlar keşfine çıkın.
  •  evinizde , odanızda, masanızda, iş yerinizde ufak değişikler yapın.
  • odanızın renkini değiştirin .
  • bir süre sosyal medyadan uzak durun veya televizyondan.
  • hayatınıza yeni bir yön çizin ve hedeflerinizi belirttin ( unutmayın hayaller yaşamak için vardır onlarla avunmak için değil)
  • hayatta kırmızı çizgileriniz olsun ve asla onlardan vazgeçmeyin.
  • ilginizi çekecek yen bir hopiniz olsun ve ona odaklanın.
  • kilolu iseniz rejime girip düzenli beslenin ve zayıflayacağınıza inanın :)
  • haftada en az iki gün okula, eve  veya iş yerinize yürüyerek gidin.
  • insanları  gözlemleyin ve her daim iyilik yapın.
  • hayata olumsuz bakmayın . toz pembe de bakmayın ölçülü davranın hayata karşı.
  • sigara kullanıyorsanız bırakmaya çalışın 
  • düzenli uyumaya gayret edinin.
  • size yakışanı giyinin . öyle çok bahalı olmasına gerek yok  ekonomik te güzel giysiler bulabilirsiniz.
  • ve kitap okumayı unutmayın çünkü kitaplar her daim ufku genişletir. 
  • yazarları takip edin.
  • sevgili okur   bunları uygulamaya başladığınızda  hayatınızda bir değişiklik hissedeceksiniz     mutlu kalmanız dileğiyle hoşçakalın